Hızırbey

Hızırbey Haber Portalı

22:41, 28 Mart 2024 Perşembe
HAZRET (KS) KISA NASİHATLERİ  BÖLÜM: (23/25)
HAZRET (KS) KISA NASİHATLERİ

HAZRET (KS) KISA NASİHATLERİ BÖLÜM: (23/25)

Hazret (ks) bu sohbetinde insanın kendisini yok bilmesi konusunda şunları anlattı:


Hazret (ks)  Cimrilik hakkında Menkıbe nakletti. CİMRİLİĞİN BU KADARINA PES!

Resulallah’a (sav) bir adam gelerek:

- Yâ Resûlüllah! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi. 
Allah Resulü (sav) o zatı çağırarak, ona:

- Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı.

Adam: Olmaz dedi.

Allah Resulü (sav): Öyle ise bana hediye et onları, dedi.

Adam bu teklife de:  Olmaz dedi.

Allah Resulü (sav) son bir teklifte bulundu:

- Peki, Cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de: 
- Olmaz, karşılığını verince,

Allah Resulü (sav), şöyle söylemekten kendini alamadı:
- Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, (bu güne kadar) senden daha cimrî bir kimseyi görmedim.

Hazret (ks) bu sohbetinde insanın kendisini yok bilmesi konusunda şunları anlattı:

Sadatlarımız bu konuda şunları söylemiştir:

İnsanın kıymeti ilim ve edep iledir. Mal ve nesep (soy) ile değildir. 
İnsanın kıymeti, İman ve Marifetle (Allah’u Teâlâ’yı tanımak, bilmekledir.) Mal ve mevki ile değildir.

Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerimde buyuruyor ki:

Onu hatırla ki, meleklere; "Âdem'e (hürmet olarak) secde edin" demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak iblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara 34)

“Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, ayetlerimi anlamaktan (Kur'ân-ı Kerimi kabulden) çevireceğim. Onlar her mucizeyi görseler de onu kendilerine yol edinemezler. Fakat sapıklık yolunu görürlerse, onu yol edinirler... İşte böyle hareket etmeleri, ayetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gafil bulunmalarından dolayıdır.” (Araf 146)

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennet'e girmeyecektir.” (H.ş)

Sadatlarımız bu konuda şunları söylemiştir:

Kibir, gurur ve övünme gibi duygular insanın içine çuvaldız gibi saplıdırlar.  İnsanın kibirlenmesi, kendinde gördüğü faziletlerden ileri gelir.  Ancak, insan evliyadan bir mübarek zatı tanıdığı zaman, bütün bu faziletlerin, kesinlikle ve gerçek olarak Allah’u Teâlâ’da bulunduğunu anlar. Kendisinde bulunan her şeyin, Allah tarafından emanet olarak verildiğini görür. 
Kendisinden daha fazla ilmi olan bir kimseyi görüp de ondan kibir ve gururundan dolayı istifadeye çalışmayan kimse, en büyük cahildir. 

Allah’u Teâlâ, hâdis-i kudsîde mealen buyuruyor ki: "Kibriya, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem'e atarım, hiç acımam.

KİBRİYA: Allah’u Teâlâ’ya mahsus azamet, büyüklük, üstünlük, yücelik.

Sadatlarımız bu konuda şunları söylemiştir:

Kibriya sıfatı Allah’u Teâlâ’ya mahsustur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allah’u Teâlâ’nın yanında kıymeti o kadar yükselir.Kendine kıymet verenin, Allah’u Teâlâ katında kıymeti olmaz.

(KIYMET: Değer, itibar, üstünlük.) (KİBİR: Kendini başkasından üstün görme.)

Hazret (ks) bu konuyla ilgili şu menkıbeleri anlattı:

Kendini yok bilme

Beyazıd-i Bestami (ks) Hz. çarşıda dolaşıyordu. Birisi geldi ona sordu. Buralarda bu beldede bir büyük evliya varmış, onun adı da Beyazıd-i Bestami imiş.

Sen onu tanıyor musun? Tanıyorsan söyle de ben onu ziyaret edeceğim ve ona teslim olacağım diyor ve Beyazıd-i Bestami’de (ks) Hz. derki:

«Bende onu arıyorum, bulamıyorum, sen bulursan bana da haber ver bende ziyaret edeceğim bende ona teslim olayım der.»

Soran kişide aramaya gider. O büyükler kendilerini bildirmiyorlar bildirmemişler ve Dünyayı istememişler. Başkaları onun büyük evliya olduğunu anlamışlar. Kendileri kendisini yok bilmişler. (Şöhret veliler için bir Afat ve felaket saymışlar. Onlar şöhret olmaktan kaçmışlar.

Kendini yok bilme hakkında Menkıbe:

Beyazit-i Bestami (ks) Hz. bir gün evde imiş, kapısı çalınmış, kapıyı açmamış. Sormuş, buyrun ne vardı diye.  Kapıyı çalan seslenmiş. Demiş ki:’Beyazit-i Bestami Hz. görecektim. Ziyaret edecektim duasını isteyecektim demiş. Mübarek de içerden kapının arkasından seslenmiş. Burada öyle bir kimse yok. Burada Allah’tan (c.c.) başka kimse yok demiş.

Hazret (ks) bu menkıbeyi anlattıktan sonra sözlerine şöyle devam etti:

Onlar nereye baksalar Allah’ı (c.c) görürlerdi. Başka bir şeye değer vermezlerdi. Onlar Dünyayı kara ettiler. Sadece Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak için mücadele verirlerdi. Beyazıd-i Bestami (ks) Hz. Mevla’ya (c.c) şöyle niyazda bulunur. İstiyorsan beni yak. Eğer benden razı olursan ben yüksek makam istiyorum öyle makam ver kiRasulullah’ın (sav) hiç değilse ümmetinin yarısına Şefaat etme izni ver’ demiş.

O büyükler sadatlarımız mübarekler dünyada hiç rahatlık istememişler. Not: Cenab-ı Hakk’a; Cennete gireyim diye yalvarmıyor. Sadece bana Şefaat etme izni ver yeter diyor. Vesselâm.

. Hazret (ks) Hiç Kimse Olmak İsteyen Bir Adam kısasını anlattı:

Kısacık ama hayatımıza yön veren bir kıssa

Devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde şatafat içinde girer şehre. Yol kenarlarında insanlar iki büklüm el pençe divan selâmlarlar. Valiyi.  Bütün bu şatafatlı itaat gösterileri arasında valinin gözleri, bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve etrafındaki hiçbir şey ile ilgilenmeyen bir adama takılır.

Perişan kılıklı, saçı sakalına karışmış bu adamın olduğu yere atını sürer vali. Atının üstünden inmeden, vakur ve sert bir ses tonu ile bağırır adama, Behey adam, herkes benim şehre gelişimi el pençe karşılarken sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun? 

Perişan kılıklı adam istifini hiç bozmadan, sakallarının ve uzun saçlarının arasından belli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek:

Ben hiçim der.

Vali daha da hiddetlenir,
Ne demek hiç, senin bir adın, şanın unvanın yok mu be adam" der.

Senin var mı? " Der valiye adam.
Vali iyice şaşırır ama cevap verir, ”Gafil adam, nasıl tanımazsın, ben valiyim” der.

Adam aynı ses tonu ile sorar yine.

Peki, daha sonra ne olacaksın?
Sadrazam olacağım." Der vali.
Peki, daha sonra?
Padişah olacağım.
Peki ya daha sonra?
Kısa bir an duraksar vali
Hiç" diye cevap verir.

Sadece gülümser perişan kılıklı adam.
Bu kısa öyküyü ilk duyduğumda, benim ruhumun hiç kimse olmak isteyen adamın öyküsünü bulduğumu anlamıştım.

Hepimiz hep başka birileriyiz.

Sevdiğimiz, beğendiğimiz, örnek aldığımız, kıskandığımız, yerinde olmak istediğimiz birilerinin seslerini, sözlerini, bakışlarını ve tavırlarını alıyor, sanki bize aitmiş gibi kullanıyoruz. Sabahları kalkıp elbise dolabımızın önünde durduğumuzda, giyeceğimiz elbiseye ve yanına gideceğimiz insanlara en çok uyacak elbiseyi de seçiyoruz. Hep daha fazlasını isterken, aslında giderek hep daha az alıyoruz.  Bütün ömrünü Makam, güç ve para peşinde gece gündüz çalışarak geçiren insanların, günün birinde bütün kazandıklarını, elindekileri kazanırken yitirdikleri sağlıklarına harcadıklarını görüyoruz.
Bir ömrün sonunda evleri, arabaları ve para kasaları olan insanların, bütün bunları kazanırken kim bilir kaç gerçek aşkı (Allah aşkı’nı) yitirdiğini. Günün birinde yaşlanıp başlarını yaslayacakları bir vefalı Dost omuzu aradıklarında, soğuk ev duvarlarının, lüks araba koltuklarının ve çelik para kasalarının bir vefalı Dost’tun yerini tutmadığını, acı içinde fark ettiklerine şahit oluyoruz.

Siz isterseniz,”herkes” olmaya devam edin.
Ben “Hiç kimse olmak istiyorum.”

Sadece bana ait yanlışlarım, hatalarım, hüzünlerim, kahkahalarım, fotoğraflarım, kelimelerim,  hiç benim olmayanlarım ile birlikte, bir hiçliğe doğru tek başıma karışıp gitmeyi düşünüyorum. Vesselâm

Hazret (ks) bu sohbetinde kalp genişliği ve Huzur hakkında bahsetti:

Bir insanın kalbi geniş olmalı. Geniş olmazsa bazı olumsuzluklar karşısında kalbini daraltırsa her yer ona dar gelir.  O yerde ne kadarda rahatlık olsa, huzuru olmaz. İnsan Kalbini genişletmesi lâzımdır. Yani her şey Allah’tandır (c.c). Bazen bazı işler bozuk olabilir, dünyadır, imtihandır, böyle olur. Olunca da kalbi geniş tutmak lâzımdır. Bazen de insanın sevmediği bir kişi olsa, o yer ne kadar geniş, ne kadar güzel olsada o geniş yerler o kişiye dar olur, daralır ve o rahatlıkta ona huzur vermez, rahatsız olur. Ama bir kimsenin sevdiği birisi olsa, sevdiği, o kişinin yeri iğnenin deliği kadar darda olsa ona orası çok geniş olur ve hiçbir şeyi de olmasa onun umurunda değildir.  O huzuru kaybetmek istemez.

HUZUR: Sadatlarımız bu konuda şöyle buyurmuşlardır.

1- Allah’u Teâlâ’dan başka hiçbir şeyin Kalp’te bulunmaması.

Peygamber Efendimizin (sav) bildirdiği Ayet-i Kerimeleri ve duaları, belli vakitlerinde okumalıdır.

Bunlar ve nafile namazlar, ihlâs ile kalb huzuru ile okunmazsa, geçerli olmaz, faydaları dokunmazlar.

2- Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur.

Bir müminin kabrini ziyaret eyleyen, Hak Teâlâ huzurunda nafile bir hacdan ziyade (fazla) sevaba nail olur (kavuşur).”(H.ş)

Büyüklerin huzuru, sohbeti ile şereflenmeyen zavallıların hâli harâbdır. (İmam-ı Rabbanî (ks)

3- Rahat, gönül ferahlığı saadet.

Şeytanın hilelerinden dördüncüsü, şimdi dünyayı kazanmak için çalış da, rahata kavuş, o zaman rahat, rahat, huzur içinde ibadet edersin diyerek ibadete mâni olur. Buna cevap olarak, ecel benim elimde değildir. Herkesin ömrünü Allah’u Teâlâ ezelde takdir etmiştir. Belki yakında ölürüm. İbadet vazifelerini vaktinde yapmalıyım, demelidir.

Allah korkusu ve Allah sevgisi insanları saadet ve huzura kavuşturan iki kanat gibidir.

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“İbadetleri az olan bir kul, iyi huyu ile kıyamette yüksek derecelere kavuşur.

Bir kulun ibadetleri çok olsa da, kötü huyu, onu Cehennem'in dibine götürür;  Bazen küfre götürür.” (H.ş)

İyi huyları tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim.” (H.ş)

”Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hataları eritir. Sirke balı bozduğu gibi, kötü huy, hayratı ve hasenatı (iyilikleri) yok eder.”(H.ş)

HUY: Mizaç, tabiat, ahlâk demektir.

Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın, sabırsız olma. Yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan ve onlara güler yüz göstereni herkes sever. (Lokman Hakîm (ks)

Rasulullah (sav) gayet güzel huylu, güzel yüzlü, kibar tavırlı ve çok dürüst bir zat idi.

Daima hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennet'e iyi huy ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir.

Hazret(ks) bu sohbetinde zamanı iyi değerlendirme konusundan bahsetti:

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:

Kim vaktini camide geçirmeyi âdet ederse, Allah’u Teâlâ da ona ülfet eder.

(onu himayesine alır) (H.ş)

Rasûlullah Efendimiz (sav) "Yarın yaparım diyen helâk oldu" buyurdu. (H.ş)

Vakitleri çok kıymetli ganimet bilmelidir. Vakit insanı havanda gibi döver, ezer.

Vakit keskin bir kılıç gibidir. Kıymetli ve şerefli şeylere sarf etmek gerektir.

Eskilerin yanında vakit çok önemliymiş saniyeyi bile hesap ederlerdi, zamanı iyiye kullanırlardı. Ömür bir hazinedir, bazıları hazine ararlar ama boşuna, çünkü ömrün kendisi hazinedir.

Azizim, bizde böyle yapacağız Biz ömrümüzü Allah (c.c) yolunda mı harcadık?  Yoksa kötü yolda mı harcadık?

Geçen vaktin değerlendirmesini yapacağız. İyi ve hayırlı yolda kullanmışsak mesele yoktur. Kötü yolda kullanmışsak pişman olacağız. Tövbe edeceğiz. Allah’tan af dileyeceğiz.  Şöyle dua edeceğiz: Allah’u Teâlâ (c.c) bizleri kendi yolunda daim etsin sevdikleriyle beraber etsin ve sevdiği ameli bizlere işletsin İnşallah. Âmin.

Hazret (ks) bu sohbetin devamında şu kısa menkıbeyi anlattı:

Bir mürid vardı vaktini muhasebe etti ve yarım saat Allah’tan(c.c) gafil kaldığını anladı.  Hemen şeyhine koştu ağlayarak durumu ona anlattı, şeyhinin eline yapıştı. İçten bir ah çekti o ah la son nefesini vererek öldü.

Hazret (ks) Hayat hakkında anlamlı kısa bilgi verdi:

HAYAT: Diri olmak, dirilik demektir.

1. Allah’u Teâlâ hakkında bilmemiz Vacib olan sıfat-ı Subûtiyye’den biri.  Allah’u Teâlâ’nın diri olması.

Allah’u Teâlâ’nın kâmil (noksan olmayan) sıfatları vardır.

Bunlar, Hayat (diri olmak), Sem' (işitmek), Basar (görmek), Kudret (gücü yetmek), İrade (istemek), Kelâm (söylemek) ve Tekvin (yaratmaktır.)   Bu sekiz sıfata, Sıfat-ı Subûtiyye ve Sıfat-ı hakîkiyye denir. Bu sıfatları da kadimdir. Yani sonradan olma değildir. Kendinden ayrı olarak ayrıca vardır.  Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildirmektedir. (İmam-ı Rabbanî (ks)

2.Hayat: Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.

Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerimde buyuruyor ki:
Mal ve dünyadan size verilen şey, yalnız hayatta bulunduğunuz müddetçe, onunla geçinmektir. İman edip Rablerine tevekkül edenler için ahirette Allah’u Teâlâ’nın indinde dünya nimetinden hayırlı ve daimî çok sevap vardır. (Şûrâ 36)

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:

Öldükten sonra da, hayatta olduğum gibi bilirim. (H.ş)

3. Hayat: Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat.

Allah’u Teala Kur'ân-ı kerimde buyurdu ki:

Dünya hayatı, oyun ve boş şeylerdir. Allah'tan korkanlar için ahiret hayatı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz?(Enam 32)

Berzâh hayatı, yani kabir hayatı, dünya hayatının yarısı gibidir. Kabirde ruhun bedene bağlanması, diri iken olan bağlanmasının yarısı kadardır. Gömülmemiş ölüler de, berzah hayatında oldukları için, azabı ve elemi duyarlar ve hiç hareket etmez, kıpırdayamazlar. (İmam-ı Rabbanî (ks)

Kabirdeki hayat, bir bakımdan dünya hayatına benzediği için, meyyit terakki eder, derecesi yükselir. Kabir hayatı insanlara göre değişir.  "Peygamberler (Aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kılar." Buyruldu. (İmam-ı Rabbanî (ks)

Hazret (ks) bu sohbetinde Mutabaat konusundan bahsetti:

Üstadımıza mutabaat etmeliyiz. Biz daha tesbihatta mutabaat sağlayamamışız. Şafiye göre her namazdan sonra (Hanefi mezhebine göre her sabah ve akşam namazından sonra Onbir defa:

«La ilahe ilallahu vahdehu la şerikeleh lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyi ve yümit ve hüve hayrülla yemüt bi yedihil hayr ve hüve ala külli şey’in Kadir.»

Diyene, Allah(c.c) o vücuda cehennem ateşini haram kılarım diyor.

Mutabaat konusunda dedem Muhammed Diyâuddin (ks) hazretlerinin sağ kolu yoktu. Ceketinin kolu sallanırdı. Müritleri de mutabaat olsun diye ceketlerinin kollarını sallardı.

Bizler bu bulunduğumuz durumlara müstahakız.

Şeriat’ı istemiyoruz. Şeriat’ı çevremize yaşatmaya çalışmıyoruz. Eğer yaşama ve yaşatma gayreti olsaydı böyle olmazdı. Biz hiç korkmuyoruz ve üzülmüyoruz.

Bu zatlar yaşantılarında Şeriat’ı uygularlar ve Rasulullah Efendimize (sav) tam mutabaat ederlerdi. En önemlisi deEhlisünnet vel cemaat akidesine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Kendi bünyelerinde yaşadıkları gibi, yaşatmak için de mücadele ederler. Bidat ve hurafelerden uzak kalırlar. Rasulullah Efendimizin (sav) sünnetinin ve gerçek Mürşidi Kâmillerin uygulamalarının dışında bir uygulama yapmazlardı.

Tasavvuf başlı başına bir ilimdir, bu ilmi bilmemiz lâzımdır, tasavvuf her ne kadar yaşanmakla anlaşılsa da en güzeli bu ilmi bilerek yaşamaktır.  Mürşidi Kâmiller bu konuda Rasulullah Efendimize (sav) olan sevgileri ve sünnete tam Mutabaatlarısebebiyle o makama ulaşmışlardır. Tasavvuf, Rasulullah efendimizin (sav) yolunda insanı daha çabuk hedefe ulaştırır. Bilindiği gibi, insan denen üstün varlık, üstünlükten mana; Eşrefi mahlûk oluşu, yani mahlûkatın eşrefi, insan madde ile mana, bedenle ruh karışımından ibaret bir bütündür. İnsanı diğer canlılardan ayıran, üstün kılan tarafı başta aklı, ruhu ve manevi varlığıdır. Beden yok olucu, ruh ise kalıcıdır, ebedidir. İnsanın bu dünyadaki ve öteki dünyadaki saadeti madde ile manası kalbi ile kalıbı arasındaki dengeye, uyum ve ahenge bağlıdır.  Bu dengenin bozulması, daha çok maddenin ve bedene bağlı güçlerin, yani aşırı ihtirasların, kibirlerin, gururların çekememezliklerin, bencillik duygularının azgınlaşması, insan varlığında hâkimiyet kurması şeklinde olmaktadır. “Bu bakımdan mananın madde karşısında ezilmemesi için özel bir gayret gösterilmesi ve ruhun kollanması gerekir”. İşte insandaki ruh, kalp,  gönül veya kısaca mana dediğimiz bu cevherin diri ve canlı tutulması için gösterilen gayret ve çalışma yolunun adına “Tasavvuf” diyoruz.

Bu yola girmeden dikkat edilecek husus ise Şeriat’a ve ehlisünnet akidesini yaşayan hakiki manadaki Mürşid’i Kamil’leri aramak suretiyle bulup teslim olmak lâzımdır. Şeriat’ı öğrenip tam yaşamak lâzımdır ve ayrıca esas olan sünnete tammutabaattır dedi.

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimsenin bütün istekleri, benim getirdiğim şeyler olmadıkça, iman etmiş olmaz”

Şeriat: Allah’ın (c.c) bütün emirlerine uymak haram kıldıklarından sakınmak ve öncelikle

Namaz kılmaktırHaramlardan uzak olmak, nazara yani namahreme bakmamak, Rasulullah Efendimizin (sav) sünnetlerine uyup sünnetleri tam mutabaat ile yerine getirmektir.   İşte bunlar nefse çok zor gelir   Nefis haramı ister, bizde ondan kurtulmak için Allah’ın (c.c),Rasulullah’ın (sav) ve sadatların (ks) dediklerini harfiyen yerine getirmeliyiz, işte Tarikatbudur.

Tarikat’ı makam, mevki sevdası için değil yalnızca Allah’ın (c.c) rızasını kazanmak içindir, Allah (c.c) çok büyüktür, rızasını kazanması da güçtür çok çalışmak gerekir, gevşek olmamak gerekir. En önemlisi de Allah’ın (c.c) rızası rahatlıkta değil zorluktadır.   Cennet pahalı cehennem ucuzdur.

Tarikat pehlivanlığın kapısını açar. Çalışıp gayret edene Allah’ın (c.c) emirlerine uyana Rasulullah’ın (sav) sünnetine tabi olana, Sünnete tam mutabaat edene ve teslim olana. Teslimiyet derecesinde yardım (himmet) gelir

Hazret (ks) Mutabaat konusundaki sohbetine şöyle devam etti:

Azizim bu yol; Peygamber Efendimiz (sav) Peygamber olduktan sonra ümmetini teşvik ettiği, sahabelerin ve büyüklerin tabi oldukları yolun ta kendisidir.  Bidatçilerin sonradan icat ettikleri bidatleri bir kısmı göze güzel görünse de Peygamber Efendimizin (sav) yolu değildir.

Bu meseleyi bu şekilde kabul edersen, buraya kadar söylediklerimizin doğruluğu kesinleşeceği gibi, bundan sonra söyleyecek olduklarımızın doğruluğunu da kesin olarak anlarsınız

Nakşî tarikatı nasıl böyle olmasın? Bu tarikatın kurucuları (ks) demişlerdir ki:

“İnsan varlığının nihai sırrı bizce Hakkâl Yakın olarak tabir edilen,insanın kemali iman İslam ve ihsan ile İyi  bir sıfatta olmasıdır.Bu hal kendinden geçip Allah’u Teâlâ’nın azametinde fena olmak, devamlı kulluk ve ibadet yapmakla gerçekleşir. Hakkâl Yakın nuru Cenabı Allah’ın insanlar arasından seçip istifade edilmesi için halkın arasına gönderdiği Kâmil Velilere muhabbetle bağlı olanlara da yansır. Bu hal büyük zatlar gibi gerek vasıtasız bu makamın rengine boyanmakla ve gerekse onlara tabi olanlara yaklaşmak suretiyle hasıl olur”

Bu güzel makam Nakşîlerde zincirlemedir. Onlar sünnet ve azimetle amel ederek.

Kendilerini bu makamla süslemişlerdir. Bidat ve ruhsatlardan korunarak, bulanıklıklardan kendilerini temizlemişlerdir.Mutabaatınkemalatını ve devamlı huzur ile kendilerine tabi olanlara hallerini yansıtmada muvaffak olmuşlardır. Bu özelliklerinden faydalanarak, ilahi beyanın kendilerinde kalmasını sağlamışlardır.

Hiç kopmayan. Sağlam Güvenceli. Hakiki Manada. Bir. Mürşid’i Kâmil’e. Kuvvetli bir. Şekilde teslim. Olana. Ne mutlu.

Nakşibendî’liğin iki temel esası vardır: Bu iki asıl esas kime verilmişse ona her şey verilmiş demektir.

Birinci temel esas: Daha önce de söylediğimiz gibi ibadet ve bütün hareketlerinde Peygamber Efendimiz’e (sav) tamamıyla uymaktır.

Sahabelerin (r.a) yolları da bu idi. Sahabeler (r.a) Peygamber Efendimize (sav) tabi olup, yaşantısına uyarlardı. Peygamber Efendimiz (sav) oturduğu zaman, otururlar, ayakkabısını ve yüzüğünü çıkardığı zaman onlarda çıkarırlardı.

Hadis kitaplarında rivayet edildiği üzere: Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir kuyu üzerinde diz üstü oturduğu için Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) de aynı hareketi yapmışlardı. Hudeybiye anlaşmasında Peygamber Efendimiz (sav) saçını tıraş ettikleri zaman, mübarek saçından bir kıl almak için o kadar izdiham oldu ki, hiçbir kıl yere düşmedi. Bunlardan başka diğer söz ve fiillerini de araştırıp mutabaat ederlerdi.

Sahabeler (r.a), Peygamber Efendimizin (sav) oturma, yatma, yemek yeme ve diğer hallerini takip edip, yerine getirmekle Hak Teâlâ’ ya yaklaştılar. Bir seferinde Sahabe-i Kiram’dan bazıları yemek, içmek, yatma ve cinsi ilişkiden uzak kalıp, gece gündüz taat ve ibadetle meşgul olmak istediler.  Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) onlara:

“Ben yemek yiyorum. Yatıyorum da. Kadınlarla evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çeviririrse benden değildir.”buyurdular.

Azizim Allah (c.c) sana rahmet eylesin. Bir düşün, Peygamberimizin (sav) hayatı nefisle cihat. Etmek ve Allah’ın emirlerini yerine getirmekten ibaretti.

Hz. Ömer (r.a) bir yolculuk sırasında bir yerde mola verdiğinde devesini bulunduğu  Yerden geri çevirdi. Hz. Ömer’e (r.a) Neden böyle yaptığı sorulunca.  Peygamber Efendimizin (sav) burada böyle yaptığını gördüğünü ve Resulallah’a (sav) mutabaat ettiğini söyledi.

Yine Hz. Ömer (r.a) deriden ayakkabı giymesini, saç ve sakalına kına yakmasını

Zilhiccenin başında değil de telbiye günü ihrama girmesini ve tavaf esnasında. Rukn-u Yemaniye elini sürmesini Peygamber Efendimize (sav) mutabaat için yaptığını bildirmiştir.

Buna benzer bir örnek te Hz. Ömer’in (r.a) Hacerü’l Esved için söylediği şu sözdür.  ”Yemin ederim ki sen bir taşsın. Ne zarar nede fayda verirsin.  Eğer Rasulallah’ın (sav) seni öptüğünü görmeseydim, ben de seni öpmezdim.”

İkinci Temel esas:

Allah (c.c) ile kullar arasına vasıta olup, Allah’ın (c.c) dinini öğreten Mürşidi Kâmilin muhabbetidir. Mürşide olan bu muhabbet bütün kemalatın aslıdır. Kâmil Mürşide olan itaat, muhabbete bağlıdır. Onun muhabbeti ise Allah (c.c) muhabbetine tabidir.

Ona itaat muhakkak ki Allah’a(c.c) itaate götürecektir. Bu muhabbet zorla elde edilmez. Sebeplerini elde etmeğe çalışmak ve muhabbeti kazanmak zorlamakla bulunmaz.

Tasavvuf ehlinin nezdinde muhabbetteki zorlama zındıklıktır. Hakikatte bu muhabbet Ezelde Ervah (Ruhlar âleminde) Ruhların birleşmesinden hâsıl olduğundan sadece zorlamakla ve çalışmayla ele geçmez.

Cenab-ı Hak Kuran’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfal,63)

Bu muhabbet Allah’u Teâlâ’nın (c.c) nimetlerinden olup, dilediğine ihsan eder.

Cenab-ı Hak (c.c)  bu konuyu:

“ Siz O’nun ( Allah’ın (c.c)) nimeti sayesinde birbirinize kardeş oldunuz.” (Al-i İmran, 105)

Ayetiyle işaret buyurmuştur. İtaatin muhabbete tabi olduğunu öğrendiğinde müritlerin şeyhlerine olan muhabbetlerinin Sahabe-i kiramın hallerine uygun olduğunu anlarsın.

Sahabe-i kiram (r.a)  Peygamber Efendimizi (sav) kendi nefislerinden daha fazla severlerdi. Sevmekten dolayı da mutabaat ederlerdi. Aynen bunun gibi. “Kavmi içinde şeyh, ümmeti içinde Peygamber gibidir.” Buyrulmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:

“Benim ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının nebileri gibidir.” Ve diğer bir hadis-i şerifte de; “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”Buyurmuşlardır.

Peygamberlik rütbesinden daha üstün bir rütbe olmadığından bu rütbeye varis olmanın şerefi gibi şeref de yoktur. İlimden gaye, onunla amel etmektir.  Peygamberlerin hakiki varisleri Mürşid’i Kâmil’lerdir“ Peygamberlerin kâmil varisleri olan Mürşid’i Kâmil’ler, Allah’ın (c.c) ezeli inayet ve Tevfiki ile birlikte.   Peygamber Efendimize (s.a.v) tam mutabaatın neticesidir.”

Cenab-ı Hak (c.c) bir ayeti celilede:

“Ey Habibim De ki: “Eğer gerçekten siz Allah’ı (c.c) seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.”Buyurmuştur. (Al-i İmran,31)

Demek ki Peygamber Efendimize (s.a.v) mutabaat şarttır.

Mutabaatın varlığı, yokluğu, kuvvetlisi ve zayıfı muhabbete göredir. Muhabbet olmazsa, mutabaat mümkün değildir.Peygamber Efendimiz (s.a.v) Nübüvvetin varisleri olan Mürşidi Kâmil’lerdir konusunu. Şu hadisi-i şerifi ile işaret etmiştir;

“Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah’a (c.c) yemin ederim ki, Allah’ın (c.c) kullarından O’na sevimli olan O kimselerdir ki Allah’ı (c.c) kullara sevdirip, kulları da

Allah’a (c.c) sevdirirler.”

Tasavvuf ehli yanında kulları Allah’a (c.c), Allah’ı da (c.c) kullara sevdirmek en yüce haslettir. İnsanları Allah’ın yoluna (c.c) çağırmak Peygamberliğin varisliğidir.Peygamber Efendimiz (s.a.v) uzun bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:

“Dikkat edin, âlime uyun, ondan güzel olanı alın, bozuk işlerini kendisine bırakın. Âlimin bozuk haline uymayın ve onu yaymayın.”

Önceki hadis-i şerifte iki mana vardır. Birisi, ayet-i celilede zikredilen manadır ki, bu manayı sadatlarımız şöyle yorumlamışlardır.

“Şeyh Müridini Mutabaat, Fakirlik ve İtikat yolunda götürür.” Bu iş Allah-u Teâlâ’nın sevgisi gelinceye kadar devam eder. Nefsi tezkiye yolunda da yürütür. Çünkü nefs, ibadet, riyazet, zikir ve murakabeyi yerine getirmekle kalpten dünyayı çıkartır.  Zahiren dünya ile batınen ( Kalben) Allah ile beraber olur. Böylelikle Kalp aynası temizlenir. Oraya İlahi cemalin nurları yansır. Tezkiye gören nefiste, Tevhidin cemali zahir olur. Basiret gözüyle Baki olan Mevlâ’nın azametini seyr gerçekleşir. İşte asıl gaye ve fayda budur.

Zira Cenab-ı Hak (c.c) Kuran’ı Kerim’de

“Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.” Buyurmuştur. (Şems 9)

Nefsin felahı, Allah’ı tanımasıyla mümkündür. Daha sonra Kalp aynasında dünyanın hakikati ve çirkinliği görünür. Ahirette, hakikati ve güzellikleriyle zahir olur. Dünya ve ahiretin hakikati, her iki yerin gerçek yüzü Mürşidi Kamillere belli olur. O kimse bakiyi (Allah’ı (c.c) sever ve Fâniden ( Dünyadan) kaçınır. Bu hâl yani tezkiyenin faydası, Mürşid-i Kâmil’in terbiyesi ve yardımıyla elde edilir. Demek ki,Mürşid-i Kâmil Allah-u Teâlâ’nın askeridir. Cenab-ı Hak Mürşidi Kamiller vasıtasıyla. Müritleri irşad eder ve hidayetlerine vesile olur.

Mürşidi Kamillerin üzerlerinde, Allah-u Teâlâ’dan korktuklarından dolayı bir vakar vardır. Sadık olan Müridler zahiren ve batınen onların ahlâkları ile ahlaklanır. Vesselâm.

Hazret (ks) Mutabaat konusunun önemine işaret etti.

Mutabaat: Sevginin şartı sevilen kişiye duyulan muhabbet ve o aşktan dolayı o kişinin sevdiği şeyleri de sevmektir.

Hazret (ks) Norşin’deki Kabir ziyareti hakkında kısaca bilgi verdi:

Merkat (Kabristan) ziyaretlerinde her kabrin başında tek, tek ziyaret edilmesi gerekir, belli bir müddet kalınması uygun olur. Sizler Norşin’e geldiğinizde esnaf olduğunuz için çok kalmıyorsunuz, daha uzun kalınsa daha çok o manevi havadan faydalanılıp istifade edersiniz. Orada otların çiçeklerin bile bir başka koku verdiğini hissedersiniz.

Hazret (ks) Babası Şeyh Nasır’ın (ks) Teveccüh’ündeki bir olayı nakletti:

Hazret (ks) Babamla beraber bir Teveccüh’te şöyle bir olay yaşadık. Yaylada bir yerde oraya çıkmak çok zordu, yolu çok bozuk ve sarp bir yoldu. Burada meşe ağacının dallarından yapılmış bir kulübe veya ev gibi bir yerde. Babam Şeyh Nasır (ks) Teveccüh yaptı. Teveccüh’ün arasında Babam benim kulağına eğilip dışarı çıkmamı ve gelen askerleri durdurmamı söyledi. Teveccüh bitinceye kadar beklesinler dedi.Ben dışarı çıkınca bir baktım ki etraf askerlerle çevrilmiş. Sinirli bir komutan sağa sola bağırıyor. Israrla babamla görüşmek istiyor.Hazret (ks) babam şu anda çıkamayacağını beklemesi gerektiğini söyledim. Fakat komutan içeri girmek için hamle yapıyor. Ancak yanındaki bir başka asker onu engelliyor. Biraz daha sabredip beklemeleri gerektiğini söylüyor.  Ancak komutan daha çok kızıyor. Bir müddet sonra teveccüh bitiyor. Babam Şeyh Nasır Hazretleri (ks) dışarı çıktı. Ancak çok terli olduğundan üstünü değiştirmek için gitti. Komutan biraz daha beklemek zorunda kaldı. Babam Şeyh Nasır Hazretleri (ks)  üstünü değiştirip geldi ve komutana ne istediğini sordu. Komutan; Hakkınızda şikâyet var dedi. Komutanla beraber olan bir binbaşı gidip geliyordu. Benimle karşılaştığında selâm vermedi. Düşünceye dalan binbaşı hazır olda bekledi ve daha sonra selâm verdi babamın yanına girdiler, yastık minder getirdik oturdular. Ayakta dolanan binbaşı da gelip oturdu. Düşünceye dalan iyi Binbaşı bana baban çok pehlivan dedi. Babam bu arada çayınızı için beraber, arabanıza binelim gidelim dedi. İyi olan binbaşı babamı götürdü, biraz uzaklaştılar. Falan kez, falan kez seni şikâyet etti, şikâyet üzerine geldik bizi bağışlayın dedi ve bu arada Babama müsaade edin Tarikatınıza girmek istiyorum dedi. Babamın önüne diz çöküp elini öptü. Tarikata girdi. “Sizi şikâyet edenler teveccühteydi, nahiye müdürü de sizin aleyhinizdeydi dedi. Zaten nahiye müdürü bir müddet sonra tayin oldu gitti. Babam Allah’ın dediği olur, hiç kimsenin kuvveti yetmez dedi.Mahkemeye götürdüler, orada hâkim babama bağırıyordu. Babam bağırma tek, tek konuş dedi. Sen şahitsin, ben seni şahit tutuyorum, bu davranışının hesabını Allah’ın katında ki mahkemede sen vereceksin diye hâkimin konuşmasını kesti. Daha sonra babamı serbest bıraktılar dedi. « Allah’ın dediği olur, Allah’a tam teslimiyet şarttır. Vesselâm.

Hazret (ks) Kumar oynanan kahvehaneler hakkında bigi verdi:

Hazret (ks) Isparta, da ziyaret etmiş olduğu dostlarının işyerinde, kumar oynanan kahvelerden çay (v.s) içilmemesi gerektiğini söyledi. Ve Hazret işyeri sahipleri olan dostlarına sordu? işyerinin karşısındaki kahveden siz çay (v.s) içiyor musunuz? İşyeri sahipleri hayır içmiyoruz şeyhim dediler.

Hazret (ks) eğer siz oradan çay (v s.) içerseniz helâk olurdunuz dedi. Helâk olmaktan mana başınıza taş yağacak demek değildir. Orada haram fiiller açıkça, alenen işlendiğinden, orada kazanılan kazancın haram olması münasebeti ile oradan içilen herhangi bir şeyden dolayı insanın maneviyatına zarar geleceğinden ve insanın kalbinin kararacağından bahsetti. Böyle durumda ibadetten taattan insan uzaklaşır ve kötü yola sapıklığa gider. Müslümanlar bu ve benzeri haram işlerden uzak durmalı. Ve göz zinasına da çok dikkat etmeleri gerekir.

Bunun üzerine Hazret (ks) kendi başına gelen bir vakayı kıssa olarak bize anlattı:

Hazret’in (ks) bir müridi heyecanla yanına gelip Hazret’ten kendi çocukları için dua istemiş. Hazret (ks) hayırdır ne oldu. Müridi bizim çocuklar bir kahvehane açtılar, burası için dua istiyorum.

Hazret (ks) bu duruma kızmış ve müride sormuş? Bu kahvede kumar var mı, oynanıyor mu? Müritte evet var şeyhim öyle büyük kumar değil de küçük kumar demiş. Kendi aralarında çayına kahvesine oynuyorlar. Müridin bu cevabına çok kızan Hazret (ks); Haram işlenen yere sen dua istemekten utanmıyor musun? Bu işlerin haram olduğunu sen bilmiyor musun? Diyerek müridi terslemiş.

Mürit de çocuklarının iaşelerinin temini için olduğunu beyan etmiş.

Hazret (ks): «Şeriat’a göre bu işler haramdır bu işlerin küçüğü büyüğü olmaz, kumar kumardır.  Allah (c.c) bu ve benzeri kumarların tümünü haram etmiştir. Ve büyük günahtır. Derhal çocukların bu işten vaz geçsinler, buranın kazancından hiç hayır gelmez, berekette olmaz. Bu işleri yapanlar ve yaptıranlar Allah’a (cc) karşı gelmiş olurlar, hem dünyalarını hem de ebedi olan ahiretlerini heba ederler “Neuzibillâh”. Kazancı helâl olan başka bir iş kursunlar biz o helâl olan işyerine dua edelim.  Yoksa o kahvehaneye yapılsa, yapılsa beddua yapılır. Bunun üzerine müridi: Şeyhim ben bu kadar büyük günah olduğunu bilmiyordum beni bağışlayın ve derhal burayı kapatacağım diye söz vermiş.

Hazret bu kabahatler başta baba olarak sendedir, çocuklarında kabahatlidir sebebi ise şeriatı bilmiyorsunuz, öğrenmemişsiniz, keşke sen öğrenip, yaşasaydın çocuklarına da öğretseydin ona göre tatbik etseydiniz o zaman sende çocuklarında Allah katında mesul olmazdınız. Buyurmuş.

Haramlar bellidir her Müslüman; Neyin haram, neyin helâl, olduğunu bilmesi lâzımdır ve en önemlisi her Müslüman Kuran’ı öğrenip okuması lâzımdır, meallerini de okumalıdır ve ayrıca en önemlilerinden bir tanesi de ilmihalini bilmesidir. Yoksa bir Mürşidi Kamile bağlandık demekle kurtuluşa ulaşılmaz. Şeriatsız tarikat olmaz. Mürid helâl ve haramlara dikkat etmezse üstadı o müride ne yapsın, bir şey yapamaz.

Sizlere de söylüyorum bu konu çok önemlidir. Şeriatı bilmeniz lâzımdır ve her zaman söylediğimiz gibi Kur’an okuyun, bilhassa ilmihal okuyun ve sonra fıkıh okuyun ve şunu da aklınızdan çıkarmayın çok önemlidir şeriatsız tarikat olmaz. Tarikat’sızda hakikat olmaz yani hakikate erişilmez, tarikat şeriatın kaymağıdır ve şu hususu da aklınızdan çıkarmayın Rasulullah  Efendimizin (sav) sünnetlerine tam mutabaat lâzımdır.  Bu önemli hususları bizlere tebliğ etti Allah (cc) bizleri bu önemli hususlara uymayı, tatbik etmeyi nasip etsin İnşaallah. Âmin.

Hazret (ks) bu sohbetinde Rızk konusunda bilgi verdi:

Rızk Allah’tandır. Allah’ın (c.c) gölgesi yeter. Başkalarının gölgesine sığınmayın.

”El Rızkı Al Allah” Rızkı ancak Allah (c.c.) verir. Çalışıp gayret etmek lâzımdır. Çalışmak bir tedbirdir. Allah (c.c.) ne takdir ettiyse o olur.  Takdire boyun eğmek şarttır. Her konuda Allah’a (c.c) teslim olmakta şarttır.

Hazret (ks) Rızık konusunda geniş açıklamalarda bulundu.

Rızık: Allah’u Teâlâ’nın takdir ettiği maddî ve manevi nimet, kısmet. Yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak yer demektir.

Allah’u Teâlâ Kur'ân-ı kerimde buyuruyor ki:

”Dünyadaki maddî ve manevî bütün rızıklarını aralarında taksim ettik.” (Zührûf. 32)

“Allah’u Teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı yoktur.” (Hûd. 6)

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Rızık hususunda endişeye düşmeyiniz. İnsan son rızkını da yemeden ölmez.

Allah'tan korkunuz, iyi ameller yapınız. Helâlı alıp, haramı terk ediniz.” (H.ş)

Sadatlarımız bu konuda şöyle buyurmuşlardır:

Rızık hususunda Allah’u Teâlâ’ya tevekkül eden kimsenin güzel huyları fazlalaşır; Cömert olur ve ibadetlerinde vesvese bulunmaz.  
Allah’u Teâlâ bir kimsenin suretini ve rızkını güzel yapar, o da, Allah için tevazu gösterirse, o, Allah’u Teâlâ’nın yakın ve halis kullarından olur.  Rızık mukadderdir, ezelde takdir edilmiş, ayrılmıştır. Fazla ve noksan ihtimalî yoktur. Rızkın noksan veya ziyade olması, Hak Teâlâ’nın hususî ihsanı iledir. Hiç kimsenin bunda bir katkısı yoktur.

Allah’u Teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir edip, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın bedeninin ve ruhunun rızıkları da bellidir. Rızık hiç değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden ölmez.

Bir kimse, Allah’u Teâlâ emrettiği için çalışır, rızkını helâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızkı ona bereketli olur. Bu çalışmaları için sevap kazanır. Eğer, rızkını Allah’u Teâlâ’nın yasak ettiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fakat bu rızkı ona hayırsız, bereketsiz olur.Rızkına kavuşmak için kazandığı günahlar da, onu felâkete sürükler.

RİBÂ: Faiz; Ödünç vermekte, rehinde ipotekte ve alış-verişte, alıcıdan veya vericiden satıcıdan birinin ötekine karşılık olarak vermesi şart edilen fazla mal.

Allah’ü Teâlâ Kur'ân-ı kerimde buyuruyor ki:

“Allah’u Teâlâ bey'i (alış-verişi) helâl ve Ribâ’yı ise haram kılmıştır.” (Bakara. 275)

“Allah’u Teâlâ Ribâ karışan malı yok eder ve sadakaları verilen malı artırır.”

(Ona bereket verir). (Bakara 276)

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Aralarında, zina ve Ribâ yayılan bir memlekette bulunanlara, Allah’u Teâlâ’nın azabı helâl oldu.” (H.ş)

Sadatlarımız bu konuda şöyle buyurmuşlardır:

Faiz (Ribâ) almak ve vermek, insanın son nefesinde imansız gitmesine sebep olabilir.
Alış veriş yaparken ve ödünç verirken, Ribâ’dan çok sakınmalıdır. Ödünç verilen kimseden, bir menfaat beklenmemelidir. Zira azıcık alınan veya verilen Ribâ’nın (Faizin) günahı. Allah’u Teâlâ indinde, annesiyle zina etmiş gibidir. Faizin azı da, çoğu da alması da vermesi de haramdır. Çok sakınmak lâzımdır.

Zekâtı ve fitreleri, dinîn emrettiği kimselere yani gerçek fakirlere seve, seve vermelidir. Fakirlere ve borç isteyenlere merhamet etmelidir. Malı, parayı, İslâmiyet'in izin vermediği yerlere harcamamalı, israf da etmemelidir. Ribâ’dan, kumardan ve kumar anlamında olan oyunlardan sakınmalıdır. (bütün şans oyunlarından kaçınmak gerekir)