
DOSTLUK, KARDEŞLİK VE SOHBET ADABI
Hamd, Allah’a mahsustur O Allah’u Teâlâ ki, kendi rahmet ve Şefkatiyle halis kullarına hususi şeref ve faziletler ihsan etti Lütuf ve keremiyle onları birbirine ısındırıp sevindirdi Gönüllerinden hıyanet, kin ve nefret duygularını söküp atarak dünyada dost ve kardeş; Ahirette en samimi arkadaş olarak yaşattı.
Selât ve Selâm, Habibi Muhammed Mustafa’ya ve sözünde, işinde, adalet ve ihsanında Ona uyup izinden giden Âl ve Ashabı’na olsun.
Bundan sonra bilmiş ol ki, Allah için sevişmek ve din uğrunda kardeş olmak, Allah’a yakınlığın en faziletlisi ve ibadetlerin en güzelidir. Fakat bunun da bazı şartları vardır. Bu şartlara riayet sayesinde arkadaşlar, Allah için sevişmiş olabilirler Ayrıca karşılıklı olarak, riayet edilmesi gereken birçok haklar var ki, bu sayede kardeşlik tahakkuk eder, Şeytanın vesveselerinden kurtulur ve berraklığını korumuş olur. Ancak, bu haklara riayetle Allah’a yaklaşır ve bunları korumakla yüksek derecelere erişir.
DOSTLUK VE KARDEŞLİĞİN FAZİLETİ:
Bilmiş ol ki, dostluk, güzel huyun meyvesidir. Ayrılık İse, kötü huyun neticesidir, güzel ahlak, anlaşıp birleşerek sevişmeyi; Kötü ahlak ise, düşmanlığı, çekememezliği ve nihayet birbirine arka çevirmeyi gerektirir. Güzel ahlakın dindeki mühim yeri gizli değildir. Allah’u Teâlâ, yüce Peygamberini güzel ahlakı ile överek:
«Hiç şüphesiz, sen, büyük bir ahlak üzeresin.» (Kalem: 4) Buyurmuştur.
Resul-ü Ekrem Efendimiz (s.a.v) de hadisinde:
«İnsanların Cennete girmelerine en çok yardımcı olan, takva, Allah korkusu ve güzel ahlaktır. Buyurmuştur.
Usame b. Şüreyk (RA) Resul-i Ekrem’e: “İnsanlara verilen şeylerin en hayırlısı hangisidir?”
Diye sorduğumuzda, Resul-i Ekrem: «Güzel ahlâktır.» Diye cevap verdiler, dedi.
Yine Resul-i Ekrem (sav):
«Ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim.» Buyurdu. Diğer bir hadisinde:
«Mizana konacak amellerden en ağır geleni, güzel huydur.» Buyurmuştur.
Resul-i Ekrem (sav) bir başka Hadis’i Şerif’lerin de:
«Allah’u Telala, ahlak ve hilkatini güzelleştirdiği kimseyi, Cehennem de yakmaz.» Buyurmuştur.
Yine Resul-u Ekrem (sav), Ebu Hureyre’ye:
Ya Ebu Hureyre, güzel ahlaklı olmağa gayret et. Buyurdu. Ebu Hureyre: “Güzel ahlãk nedir, ya Resullallah ?” Diye sordu. Resul-u Ekrem (sav):
Gelmeyene gider, kötülük edeni bağışlar, vermeyene verirsin. Buyurdu. İşte güzel ahlak budur.
Şüphesiz, güzel ahlakın neticesi, insanlarla dostluk ve ünsiyet etmektir, Ağaç güzel olunca, meyvesi de güzel olur. Nasıl böyle olmasın ki, ülfet ve dostluğu -hele Allah sevgisi- din ve takva bağları ile kurulan dostluğu öven pek çok ayet ve hadis ile İslam büyüklerinin sözleri vardır.
Bu husustaki ayetlerde:
Allah’u Teâlâ’nın, insanlara bahşettiği en büyük nimetlerinden olan ülfet ve ünsiyet nimetini beyan etmek üzere:
«Eğer yeryüzünde olan (her) şeyi infak etsen, onların kalplerini telif edip aralarını bulamazdın.
Lakin Allah’u Telâla aralarını bulup kaynaştırdı.» (Enfal- 63)
«Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.» (Al-i İmran- 103)
Ayrılığı yermek ve ondan men etmek üzere:
«Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.» Buyurmuştur. (Ali- İmran- 103)
Hadisler :
«Benim meclisime en yakın olanınız, ahlakça en güzel olan ve etrafındakilerle hoş geçinenizdir ki, onlar herkesi sever, onları da herkes sever.»
«Mümin, ünsiyet eder ve kendisi ile ünsiyet edilir. Hoş geçinmeyen ve kendisiyle hoş geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.»
«Allah’u Teâlâ iyiliğini Murat ettiği kimseye, unuttuğunu hatırlatacak ve hatırında olanı yapmağa yardım edecek iyi ve Salih bir dost nasip eder.»
«Allah için sevişen iki kardeş buluştukları zaman, biri diğerini yıkayan iki el gibidir.
Ne zaman iki mümin bir araya gelirse, Allah’u Teâlâ birini diğerinden faydalandırır.»
Kardeşliğe teşvik mahiyetinde:
«Allah için kardeşlik edinen kimseye Allah’u Teâlâ, Cennette, hiç bir ameli ile ulaşamayacağı yüksek dereceye kendisini yükseltir.»
Ebu İdris el-Havelani, Muaz b. Cebel’e (R.A): “Seni Allah için seviyorum”, dediğinde, Muaz:
“Sana müjdeler olsun, ben Resul-i Ekrem’in (S A V) Şöyle buyurduğunu işittim”:
«Kıyamet günü Arşı Azamın etrafında, bir takım insanlar için kürsüler kurulacaktır.
Bunların yüzü ayın on dördü gibi parlayacaktır. İnsanlar feryat ederken onlar feryat etmez; İnsanlar korkarken onlar korkmazlar. Onlar, korku ve kederi olmayan, Allah’ın gerçek dostlarıdır.» Buyurdu Kendisine bunların kim olduğu sorulunca: «Onlar, Allah için sevişen kimselerdir.» Buyurdu"
«Allah için sevişen iki kişinin Allah katında en sevimlisi arkadaşını daha çok sevendir.»
Hasan-ı Basri (ks) de tamamen bunun zıddına olarak:
“Ey âdemoğlu ‘‘Kişi sevdiği iledir’’ hadisi seni aldatmasın. İyilerin amelini işlemedikçe iyilerden olamazsın. Zira Yahudi ve Hıristiyanlar kendilerince Peygamberlerini sever, fakat onlar ile değillerdir.” İşte bu, beraberlik olmadan kuru bir sevginin fayda vermeyeceğini açıkça ifade etmektedir.
Fudayl (ks): “Evet, Firdevs Cennetinde Peygamber ve sıddıklarla bir arada bulunmağı istiyorsun ama, buna karşılık, hangi ameli işledin.? Hangi şehevi arzuyu kırdın, hangi hiddetini yendin, sana gelmeyen hangi akrabana gittin, kardeşinin hangi kusurunu bağışladın, Allah için hangi yakınından uzaklaştın ve hangi uzağına yaklaştın? Demiştir.
Hz. Ömer (R A) : “Sizden birinize kardeşliğinden bir sevgi ve saygı geldiği zaman onu tutsun;
Çünkü isabet pek azdır,” dedi.
Mücahid (KS) : “Allah için sevişenler bir araya gelip güler yüz ve tatlı sözle buluştukları zaman, - güz yaprakları- gibi günahları dökülür,” demiştir.
Fudayl (ks): “Kişinin dostunun yüzüne şefkat ve merhametle bakması ibadettir,” dedi.
ARKADAŞLIK EDECEĞİN KİMSEDE ARANAN VASIFLAR
Bilmiş ol ki, her insanla sohbet edilmez Resul-i Ekrem (SAV)
«Kişi dostunun dini ve ahlakı üzerinedir. Öyle İse herhangi biriniz dostluk edeceği kimseye baksın.» buyurmuştur.
İnsan sohbet edeceği kimsede bir takım vasıflar aramalıdır Bu vasıflar sohbetten beklenen faydaları sağlayıcı olmalıdır. Sohbetten dini ve dünyevi faydalar beklenir Sohbetin dünyevi faydaları, sohbet etti kimsenin mal ve mevkiinden faydalanmak veya yalnız onunla bir arada bulunup eğlenmektir ki, bizim gayemiz bu değildir. Sohbetin dini faydalarına gelince; Bu bakımdan da muhtelif gayeler aranır: İlim ve amel bakımından istifade etmek, kalbini teşviş edip ibadetine mani olmak isteyenlerden korunmak için, mevkiinden faydalanarak, rahatça kulluk edebilmek için, malından faydalanmak, mühim işlerinde ve felaket anlarında kendisinden yardım istemek, duasından yümn ü bereket ummak, ahirette şefaatini ümit etmek gibi faydalardır. Bunun için eski zatlardan birisi: "Kardeşliklerinizi çoğaltın; zira her müminin bir şefaati vardır Belki kardeşliğinin şefaatine nail olursun.” Demiştir
Garibü’t – Tefsir’de
«Allah’ü Teâlã İman edip Salih amel işleyenlerin dualarına icabet eder ve fazlından onlara arttırır.» (Şura: 26) ayet-i celliledeki «Fazlından onlara ziyade eder.» kısmının tefsirinde, “onları kardeşliklerine şefaatçi kılar ve beraber Cennete girerler,” denmiştir. Denildi ki, Allah’u Telâla bir kulu mağfiret ettiği zaman, onu kardeşliklerine de şefaatçi kılar. Bunun için geçmişlerin pek çoğu sohbet, ülfet ve buluşup anlaşmayı teşvik etti ve ayrı yaşamayı hoş karşılamadı.
İşte şu saydıklarımız, dini faydalardır. Fakat bu faydaların meydana gelmesi için bazı şartlar lâzımdır.
Hâsılı sohbet edeceğin kimsede:
1 -Akıllı olmak,
2- Güzel ahlãklı olmak,
3 - Fasık olmamak,
4- Bidat sahibi olmamak,
5- Dünyaya haris olmamak gibi beş vasıf olmalıdır.
Şimdi biz bu vasıfları tafsilatıyla beyan edelim
1 - Akıllı olmak: Akıl sermaye ve asıldır. Ahmak olan kimsenin sohbetinde hayır yoktur.
Ne kadar uzasa da devam etmez, sonu ayrılık ve dargınlıktır. Nitekim Hz Ali (R.A )
“Ahmak ve cahil ile arkadaşlık etme, ondan kendini kolla nice ahmaklar var ki, arkadaş oldukları akıllı kimseleri helak ederler. Kişi Arkadaşı ile ölçülür, bir şey için diğer şeyde mikyas ve benzerlik vardır. Kalpler buluştuğu zaman birinin diğerine delaleti vardır.” Demiştir
Ahmak adam, kâr yapacak yerde bilmeyerek zarar yapar. Bunun için şair:
“Akıllı düşmandan korkmam, fakat ahmak dosttan korkarım. Akıl bir fendir yolu da açık meydandadır, fakat ahmaklık çeşit çeşittir.” Demiştir.
Bunun için, Ahmaktan uzaklaşmak, Allah’a yaklaşmaktır" dediler.
Süfyan-ı Sevri: Ahmak olanın yüzüne bakıp durmak muhakkak bir hatadır. Demiştir.
Akıllı adamdan maksat her şeyi olduğu gibi anlayabilen veya anlatıldığı zaman kabul eden kimsedir.
2- Güzel ahlaklı olmak: İyi huy mutlak lazımdır. Zira aklı başında nice kimseler vardır ki her şeyi olduğu gibi anlar. Fakat kötü vasıflarını yenemediği ve ahlakını güzelleştiremediği için bildiğinin aksine hareket eder ve nefsinin arzularına uyar. Kızdığı zaman hiddetini yenemez, şehveti kendisine galebe çalar. Cimriliği veya korkaklığı üstün gelir. Bile, bile yanlış yola sapar.
Böyle olan bir adamın sohbetinde hayır yoktur.
3 - Fasık olmamak: Fenalığında ısrar eden fasıkın da sohbetinde bir fayda yoktur. Zira Allah’u Teâlã’dan korkan kimse, büyük günahlarda ısrar etmez. Allah’tan korkmayana ise, itimat olunmaz. ve dostluğuna emniyet edilmez. 0, gayesinin tahakkuku için her tarafa meyleder. Nitekim Allah’u Teâlâ:
«Kalbini, zikrimizden iğfal ettiğimiz, heva ve hevesine uyan kimseye itaat etme» (Kehf:28) buyurmuştur Diğer ayet-i kerimede de
«Hevasına uyup kıyamete inanmayan kimse, seni bu imanından ayırmasın» (Ta-Ha: 16) buyrulmuştur. Bir başka ayet-i kerime’de de:
«Zikrimizden (Kur’an-ı Kerimden) yüz çevirip, ancak dünya hayatını Murat edenlerden yüz çevir.» (Necm: 29) Yine Allah’u Telâla:
«Bana yönelenlerin yoluna uy» (Lokman:15) Buyurmuştur.
Bütün bu ayet-i kerimelerde, fasık ile sohbet men edilmiştir.
4 - Bidat sahibi olmamak: Bidat sahibi ile arkadaşlık etmekte, bidat ve kötülüğünün sirayet etme tehlikesi vardır Bidat sahipleri, zaten tehciri hak etmiş kimselerdir. Böylelerinin sohbetinden, ne fayda var?
Said İbn Müseyyeb’in rivayetinde, dindar dost aramağı teşvik etmek ürere.
Hz. Ömer (R.A ) şöyle buyurmuştur: “Sadık kardeşlik bul ve onların arasında yaşa.” Dürüst ve samimi arkadaşlar, genişlikte süs ve ziynet; Darlıkta yedek sermayedirler. Dostunun, sana düşen işini güzel bir şekilde gör ki, lüzumunda, sana daha güzeli ile mukabelede bulunsun.
5 - Dünyaya haris olmamak: Dünyaya haris olan kimse ile düşüp kalkmak, öldürücü bir zehirdir Zira tabiatlar yaradılışlarında başkalarına benzemeğe ve onlara uymağa meyyaldir Belki sahibi anlamadan, tabiat, tabiattan çalar. Dünyaya haris olanlarla düşüp kalkmak, insanda hırs uyandırır. Zahitler ile düşüp kalkmak, insanın dünyadan meylini keser. Bunun için, dünyalık peşinde koşanlar ile düşüp kalkmak hoş karşılanmaz, mekruh sayılır. Ahiret yolcuları ile düşüp kalkmak da müstehab kabul edilmiştir Hz Ali (R A ) Kendilerinden hayâ edilen kimseler ile düşüp kalkmak suretiyle amellerinizi ihya edin. buyurmuştur Ahmed b Hanbel : Beni belaya sokan, ‘Yalnız hatırını saymadığım kimseler ile sohbetim olmuştur,, dedi Lokman Hakim oğluna vasiyetinde : “Oğlum, ulema sohbetine katıl ve onlara iyice sokul Bahar yağmurları yeryüzünü yeşerttiği gibi, onların meclislerindeki hikmet nurları da, insanın kalbini canlandırır.” Demiştir
SOHBET VE KARDEŞLİK HAKLARI
Bilmiş ol ki. Kardeşlik muahedesi karı koca arasındaki nikâh bağı gibi iki kişi arasında bir bağlantıdır. Vefa göstermek ve evlilik hakkına riayet etmek nasıl bir vazife ise kardeşlik hukukuna riayet etmek de aynı şekilde bir vazifedir. Kardeşliğinin malında ve şahsında hakkı var; dilinde ve kalbinde hakkı var; dua edeceksin. Kusurlarını bağışlayacaksın. Vefa göstereceksin, ağırlık vermeyeceksin. Teklif ve tekellüf göstermeyeceksin
Allah için sevmenin hakları vardır. Bunların yekünü sekiz haktır:
BİRİNCİ HAK:
Birinci hak maldadır. Resul-i Ekrem (S.A.V ) :
«İki kardeş, iki el gibidir; biri diğerini yıkar.» buyurmuştur. Kardeşlikleri ellere benzetip, birini el diğerini ayağa benzetmemesi, bir gaye uğrunda yekdiğerine yardımcı olmaları bakımındandır. Kardeşliklerin kardeşlikleri, ancak böyle bir maksatta birleştikleri takdirde tamam olur. Bunlar, bir bakıma yek vücut bir mahiyet arz eder. Bu ise genişlikte, darlıkta, servet ve her hal ü karda ortaklığı, hatta arkadaşını tercih etmeyi gerektirir.
Kardeşlikler arasında mal ile yardımlaşmak üç derecedir:
1 - En aşağı derecesi, onu hizmetçi kabul edip, malının fazlasından ihtiyacını görmektir. Bir ihtiyacı olduğunu duyduğun zaman,- sende varsa- istemesine hacet kalmadan, beyhamel ihtiyacını temin edersin. Zira onu istemeğe mecbur etmek, kardeşlikte son derece noksanlıktır.
2 - Kardeşliğini, kendi seviyesinde tutmaktır. Onu, mal ve servetine ortak gibi kabul edip, icabında malını onunla bölüşmektir. Hasan-ı Basri diyor ki: "Bu Allah için kardeş olanlar, bürgülerini örtülerini kardeşlikleri ile ortadan bölerlerdi.
3 - Kardeşliğin en yüksek mertebesi olan üçüncü derecede onu, kendine tercih edip, onun ihtiyacını kendi ihtiyacından önce düşünmektedir. İşte bu, sıddıklar mertebesi ve Allah için sevişenlerin en üstün derecesidir. Canını da kendi üzerine tercih etmek, bu mertebenin meyvelerindendir.
Nitekim hikâye olunduğuna göre boyunları vurulmak için bir kısım sofiler halife tarafından aranıyorlardı. (Hicri 295’de ölen ve Seriyyü’s - sakati’nin arkadaşlarından olan) Ebu’l Hüseyin en-Nuri de bunların arasında idi. Bu zat, hemen öne koştu ve ilk önce kendisinin öldürülmesini istedi. Sebebini kendisinden sorduklarında: “Bir an olsun, kardeşliklerime bir hayat kazandırmağı arzu ettim de onun için öne geçtim.” Diye cevap verdi ve bu söz sayesinde hepsi hayatlarını kurtardı.
Şayet, kardeşliğin hakkında bu derecelerden hiç birine sahip değilsen, kardeşlik bağlarının Samimi olmadığı, ancak görünüşte bir arkadaşlık olup, akıl ve din bakımından hiç bir değeri olmadığı anlaşılır. Meymun b. Mihran (ks): “Kuru kuruya kardeşliğe razı olanlar, ölüler ile kardeş olsun.” Demiştir.
İKİNCİ HAK:
Kardeşliğin ikinci hakkı, fiilen yardıma muhtaç olduğunu görünce, onun istemesine mahal bırakmadan, yardımına koşmak ve kendi işini sonraya bırakmaktır. Mali yardımda olduğu gibi, bunun da dereceleri vardır. En düşük derecesi, kendisinin gücü yeterek, yardım istediği zaman, güler yüz, tatlı söz ve memnuniyetle yardıma koşmaktır. Bazıları şöyle diyor: Dostundan bir yardım istediğin zaman, yardımına gelmezse, onu bir defa daha kendisine hatırlat; Çünkü unutmuş olabilir. Şayet, ikinci defa da tarafına bakmazsa, ona bir cenaze namazı kıl, tekbir al: «Ve ölüleri Allah diriltir.» (En’am: 36) Ayet-i celilesini oku, yani onu, kendisiyle ünsiyet edilemeyen ölülerden say.
Üçüncü hak, dildedir. Bazen susması bazen de konuşması lâzımdır.
Sukut etmesine gelince: Huzurunda ve gıyabında kusurlarını bilmemezlikten gelmek ve onlardan hiç bahsetmemektir. Münakaşadan sarf-ı nazarla, içyüzünü araştırmaktan sakınmaktır. Kendisini bu yolda gördüğü zaman, nereden gelip nereye ve niçin gittiğini sormamalı, belki açıklamak istemez ve yalan söylemeğe mecbur kalır. Yalnız kendisine açtığı esrarını başkasına söylemek, hatta bunu dostlarına da söylemekten sükût etmeli ve hiç bir suretle kimseye açıklamamalıdır.
Çünkü bunları başkasına açıklamak, ahlaksızlıktır.
Hatta dostlarına da dil uzatmamalı, başkasının kendi aleyhindeki sözlerini de söylememelidir.
Zira sana söven, o sözü sana getirendir.
Enes (R.A) şöyle anlatıyor: “Resul-i Ekrem, kimsenin hoşuna gitmeyecek sözü yüzüne vurmazdı. Çünkü eziyet, haberi ilk getirenden, onu söyleyendendir.” Evet, duyduğu iyiliklerini gizlememelidir. Çünkü burada da aynı şekilde ilk sevinci, İşittiği kimseden, sonra söyleyenden alır. Bu gibi duyduğu iyilikleri gizlemesi çekememezliğindendir.
Hülasa; Kısa olsun, uzun olsun, dostunun hoşlanmadığı sözleri sarf etmekten kaçınmalıdır. Ancak emr-İ ma’ruf ve nehy-i münker gibi hususlar olursa, bu hususta sükûta müsaade yoktur. Ona ikaz için konuşması borçtur; Artık hoşlanıp hoşlanmadığını aramaz. Her ne kadar görünüşte ağrına giderse de, gerçekte bu sözler, ona bir ihsan ve iyilik yerine geçer.
Dostunun ve Aile efradının kusur ve noksanlarını söylemek, gıybettir. Gıybet ise - değil dostlar arasında - herkes için haramdır.
İnsanı, gıybetten iki şey alıkoyar. Birisi, kendi halini düşünmektir. Kendinde bir kusur bulduğun zaman, işte sen bu kusurunu nasıl ıslah edemiyorsan, onun da kendi kusurunu ıslah edemediğini düşünerek, onu mazur görmelisin.
Dostun hakkında kötü konuşmamak sana borç olduğu gibi, kalbinden de ona su-i zan etmemek, yine sana borçtur. Zira bundan da men edilmiştir. Bunun haddi, hareketlerini, iyiliğe yormak mümkün olduğu müddetçe onları kötü manalara almamaktır.
Zira Resul-i Ekrem (S.A.V)
«Allah’u Teâlâ, müminin mümine kanını, malını ve ırzını haram ettiği gibi, aleyhinde kötü zanda bulunmağı da haram kılmıştır.» Buyurmuştur. Diğer bir hadiste de:
«Su-i zandan son derece sakının; Zira su-i zan, sözlerin en yalanıdır.» Buyurulmuştur.
Kötü zan, insanı tecessüs ve tahassüse, yani casusluk ve araştırmaya sevk eder.
Hâlbuki Resul-i Ekrem (S.A.V) :
«Söz araştırmayın, gözünüzle kusur aramayın, ayrılmayın, bir birinize arka çevirmeyin!
Ey Allah’ın kulları kardeş olun.» Buyurmuştur.
Kendisine emanet ettiği sırrı ifşadan kaçınması lâzımdır. Yalan da olsa onu inkâr etmesi icap eder. Çünkü her ne kadar doğruyu söylemek vacip ise de, bazı istisnaları vardır. İnsan yalan söylemekle de olsa kendi kusurlarını gizlemesi caiz olduğu gibi, kardeşi hakkında da böyle yapması caizdir.
Zira kardeşi demek, kendisi demektir. Onlar her ne kadar, bedenleri ayrı ise de, gerçekte ayrılmayan bir şahıs gibidir. İşte gerçek kardeşlik budur. Hatta gizli yapılması gereken amelleri onun yanında aşikâre yapmakla mürai de olmaz. Çünkü o, aynen kendisi demektir.
Nitekim Resul-i Ekrem (S.A.V.):
«Din kardeşinin ayıplarını örten kimsenin, Allah’u Teâlâ dünya ve ahirette kusurlarını örter.»
Buyurmuştur. Diğer bir haberde «Bir ölüyü diriltmiş gibi olur.» Diye varid olmuştur.
DÖRDÜNCÜ HAK:
Dördüncü hak, konuşmak iledir. Kardeşlik, kötü sözlerden, sükutu gerektirdiği gibi, iyi sözleri konuşmayı da gerekli kılar. Muhabbeti artıracak sözleri konuşmak, kardeşliğin hususiyetlerindendir. Çünkü sukut ile iktifa edenler, ölüler ile kardeşlik etmiş gibi olur. Kardeşlik edinmekteki gaye, onlardan faydalanmaktır, yalnız eziyetlerinden kurtulmak değildir. Sükût demek, zahmet vermemek demektir. O halde dili ile ona sevgisini anlatmalı, hoşlandığı hususlarını araştırmalı.
Mesela, bir derdi olup olmadığını sormalı ve üzüntüsünü izhar etmelidir. Neşeli hallerinde sevincini izhar etmeli ve onu dostuna anlatmalıdır. Kardeşliğin manası, neşe ve sevinci, elem ve kederi paylaşmak demektir. Nitekim Resul-i Ekrem (S.A V ):
«Sizden biriniz kardeşini sevdiği zaman, sevdiğini ona duyursun» buyurmuştur.
Sevgisini de duyurmağı emir buyurması, sevginin artmasına vesile olması bakımındandır. Şüphesiz karşısındaki adam, onu sevdiğini duyarsa, elbette o da seni sever; Onun sevdiğini sende bilirsen, senin de ona sevgin artar, derken her iki taraftan da sevgi çoğalır. Müslümanlar arasında karşılıklı sevişme, şeri’atte matlup ve dinde mahbubtur. Bunun için Resul-i Ekrem, sevişmenin yolunu bildirmek üzere: «Hediyeleşin ki, sevişesiniz» buyurmuştur. Sevginin tezahürü olarak, konuşma şekillerinden birisi de, huzurunda ve gıyabında hoşlandığı isim ile onu anmaktır.
Hz Ömer (RA): Üç şey kardeşlik meveddetini safileştirir: Selam, mecliste yer vermek, sevdiği isim ile onu çağırmaktır" buyurdu.
BEŞİNCİ HAK:
Beşinci hak: bazı sürçme ve hatalarını bağışlamaktır. Dostun sürçmeleri, ya bir masiyet irtikabı ile dininde olur yahut kardeşliğine karşı kardeşlik halasından olur. Günah irtikabındaki hataları ve onlardaki ısrarına gelince, eğriliğini doğrultacak, dağınık halini toplayacak, salahını iade edecek ve halini düzeltecek şekilde güzel nasihatlerde bulunursun. Şayet tesir etmez ve hatalarında ısrar ederse, samimiyetinin devamı veya kesilmesi hususunda Ashap ve Tabiinden gelen haberler muhteliftir.
Hikaye olunduğuna göre: İki kardeşlikten birisi bir aşka tutulur ve arkadaşına: “Artık ben böyle bir hastalığa yakalandım, kardeşlik hakkına riayet edemeyeceğim için, istersen ayrılalım” der, kardeşliği: “Hayır, ben seni bırakmam” dedikten sonra, yemesini içmesini terk ederek, kardeşliğinin bu hastalıktan kurtulması için Allah’a yalvarır, her gün kendisini yoklar ve halini sual eder. Aldığı cevap da, aşkın hala kalbde davam ettiğini anlayınca, yine devam eder. Aradan kırk gün geçtikten sonra, Allah’u Teâlâ kardeşliğinin gönlünden nefsanî sevgiyi kaldırır. Bitkin vaziyete düşen kardeşliği de, yeniden yiyip içmeye başlar. (Yani onlar, hataya düşen kardeşlerini terk etmez, belki ıslahları için, gıyaplarında Allah’a yalvarırlardı)
Yine hikaye olunduğuna göre: İki kardeşlikten birisi istikametini bozduğu için, diğerine: “Artık bundan vazgeç” dediklerinde, o: “Ne demek, asıl şimdi bana muhtaç oldu. Böyle bir zamanda onu terk etmek doğru olur mu? Ben şimdi ona öğüt verecek ve düzelmesi için Allah’a yalvaracağım” dedi.
İsraili hikayelerde şöyle rivayet edilmiştir: Bir dağda ibadetle meşgul olan iki kardeşlikten birisi yiyecek almak için şehre iner. Kasap dükkânında kötü bir kadın görür, ona meyleder ve onunla buluşarak parayı beraberce yerler. Kardeşliğinin yanına dönecek yüzü kalmadığından, kötü kadının yanında kalır. Diğer taraftan kardeşliğinin gelmediğini gören zat, şehre iner, araya, araya kardeşliğini kötü kadının yanında bulur, boynuna sarılır, ona sevgisini saygısını anlatırsa da, adamcağız utancından “Seni tanımıyorum” diyecek kadar ileri giderse de, kardeşliğinin ısrarları karşısında dayanamayarak, bu kötü halinden vazgeçer ve tekrar onunla ibadet etmek üzere dağa yönelir.
Kendisine karşı hatalarına gelince; Bu hatalar her ne kadar ayrılmalarını gerektirecek şekilde ise de, bunları affetmek ve tahammül etmek daha evladır. Hatta mümkün olduğu kadar güzel tevil yollarını aramak ve bu suretle arkadaşını mazur göstermeğe çalışmak, kardeşlik hakkı olarak vaciptir. Denildi ki, layık olan, kardeşliğinin bir kusuru için yetmiş çeşit mazeret bulmaya çalışmalısın. Şayet kendini tatmin edemiyorsan, kabahati kendinde bulmalı ve kendi kendine “Sen ne katı yürekli bir insansın ki, kardeşliğin sana yetmiş çeşit mazeret anlatırken, bunların hiç birini kabul etmiyorsun.
Kardeşliğinin bir kusuru yok, ona kusur aramağa çalışan sensin” demelidir. Eğer hiç bir suretle kendini ikna edemiyorsa, hiç olmazsa kızmamalıdır. Fakat bu da zor bir iştir.
Nitekim İmam Şafii (Allah rahmet etsin): “Kızdırıldığı halde kızmayan, merkep’dir. Gönlü alınmaya çalışıldığı halde rıza göstermeyen ise şeytan’dır.”Demiştir.
Resul-i Ekrem (S.A.V)
«kardeşliğinin mazeretini kabul etmeyen kimseye aşarcıların haksızlıkla aldıklarının günahı kadar günah vardır.»
ALTINCI HAK,
Kardeşliğin altıncı hakkı, hayatında ve ölümünde, onun sevdiği ve kendisi için arzu ettiği şekilde kendisi ve çoluk çocuğu için hayır duada bulunmaktır. Onunla kendi aranda bir fark gözetmeyeceksin.
Senin ona dua etmen, gerçekte kendi kendine dua etmen gibidir.
Resul-i Ekrem (S.A.V):
«Bir kimse kardeşine gıyabında dua ettiği zaman, bir melek “Allah, sana da dua ettiğin gibi versin” der.» Buyurmuştur. Diğer bir ifade ile “(Böylece din kardeşine duada bulunan kimseye) Allah’u Teâlâ: ey kulum, önce senden başlarım.” Buyurulmuştur. Yine bir hadisde «Kişinin kendi hakkında kabul olmayan duaları, başkası hakkında kabul olur» buyurmuştur.
YEDİNCİ HAK:
Yedinci hak, vefa ve ihlâstır. Vefa demek, kendisi ile ölünceye kadar -öldükten sonra da aile efradı, dost ve ahbabı ile – muhabbeti devam ettirmektir. Sevgi, zaten ahiret için aranır. Ölmeden evvel sona ererse çekilen emekler boşa gider. Nitekim Arş-ı A’zam’ın gölgesin de gölgelenecek olan yedi sınıf insanları sayarken, Resul-i Ekrem (sav), bunlardan biri de: «Allah için sevişen ve bu sevgi ile birleşen ve ayrılan iki kişi.» buyurdular Diğer bir zat: “Az da olsa, öldükten sonra vefa göstermek, hayattaki çok sevişmeden daha makbuldür” demiştir.
SEKİZİNCİ HAK:
Sekizinci hak, dostuna yük olmamak ve lüzumsuz tekliflerde bulunmamaktır. Hatta mümkün olduğu kadar ihtiyacını dostundan gizler; Mal ve mevki gibi bir şey ondan istemez; Daima ona neşe ulaştırır. Lüzumsuz tevazu, hürmet ve hizmet gibi şeyler ile ona ağırlık vermez, sevgisi ancak Allah için olur. Duasından faydalanmak, onunla ünsiyet kurmak, dini hususunda yardımını istemek, kardeşlik hakkına riayet ve eziyetlerine katlanmakla Allah’a yakınlığı niyet eder. Bazıları da şöyle diyor: “Kendisinden beklenmeyeni arkadaşlarından bekleyen, onlara zulmetmiş olur. Kendisinden istenebilenleri arkadaşlarından isteyen, onlara eziyet etmiş olur. Arkadaşlarına hiç bir teklifte bulunmayan, onlara fazilet göstermiş olur” dedi Yine Hukemadan birisi: “Kardeşlikleri yanında kendisini olduğundan üstün göstermeğe çalışan, günahkâr olduğu gibi, onları da günaha sokar. Olduğu kadar görünmeğe çalışan, kendisi de zahmete girer, onları da zahmete sokar. Fakat olduğundan aşağı görünen, kendisi de selamet bulur, arkadaşlarını da selamete erdirir” demiştir.
Bir kimse “İnsan, kardeşliğinin evinde dört şey yaparsa, onunla ünsiyet tamam oldu demektir:
Onlar da: Evinde yemek, namaz kılmak, uyumak ve tuvaletine gitmektir” demiştir.
Adam bu sözü Şeyhin birine anlatınca, Şeyh: “Bir şey daha kaldı. O da ailesi ile dostunun evine misafir gidip icabında temasta bulunabilmektir. Zira ev bu beş şeyi saklı olarak yapabilmek için inşa edilir. Böyle olmasa yalnız ibadet için camiler daha müsaittir. Bu beş şeyi dostunun evinde yapabilirse, ortadan çekimserlik kalkar ve dostluk kuvvetlenmiş olur” demiştir.
Selam esnasında Arapların “Merhaba, ehlen ve sehlen” sözleri, bunun delilidir. Yani gönlümüze ferahlık verdin, burada yabancılık yok, tamamen kendi adamlarındır, çekinmeden rahatça burada oturur ve kolaylıkla her istediğini yapabilirsin, arzu ettiğin her şeyi yapmakta serbestsin, bizden sana hiçbir günah müdahale vaki olmaz, demektir. Tekellüfü terk, ancak kendini dostlarından düşük görüp, onlara hüsnü zan etmek ve bütün hataları kendinde görmekle mümkündür. Arkadaşlarını kendisinden üstün gördüğü zaman, kendisi hepsinden üstün sayılır. Ebu Muaviye el-Esved: “Benim kardeşliklerimin hepsi benden hayırlıdır” dedi. “Nasıl olur?” diye soranlara, “Hepsi beni kendilerinden üstün sayarlar. Şüphesiz beni üstün kabul eden herkes benden hayırlıdır”.
Hâlbuki Resul-i Ekrem (S.A.V.):
«Kişi, arkadaşının dini ve ahlãkı üzerinedir. Kendisine reva gördüğünü sana reva görmeyenin sohbetinde hayır yoktur.» buyurmuştur ki, kardeşliğini fazilet bakımından kendi seviyende görmek, derecelerin en aşağısıdır. Kemal, fazileti arkadaşında bilmektir.
Bunun için Süfyan-ı Sevri: “Sana, ey insanların kötüsü, dendiği zaman kızarsan, bilmiş ol ki, insanların en kötüsü sensin” demiştir.